2 Şubat 2018 Cuma

FELSEFE ÖĞRETMENİMİ GÖTÜNDEN SİKTİM

Hani hep denir ya, bir dakikalığına bütün hengamenizi bir kenara bırakın; sakinleşin, durun ve yaptıklarınız, yaşadıklarınız hakkında düşünün. Yapmayın! Çünkü o beğenmediğiniz hayatın kaygıları sizi bir bakıma kendi kaygılarınızdan koparıyor. Çay toplarken domalan teyzeyi izleyen uzun burunlu laz bir amca hayal ederken çay hasadında eğilinmediğini size unutturuyor. Öyle ki ben de ne kadar özel olduğumu fark etmeden çevreme takılıyor ya da köleliğimi yerine getirip ders çalışıyordum. Hayatımdaki iki önemli insan sürekli savaş halindeydi: Sosyopat arkadaşım ve ilk defa dişi insan görmüş ''köylü solcu yarı sosyalist yari kapitalist biraz da faşist'' sevgilim. Sevgilimin ilk defa dişi görmüş olduğunu belirtmişken mutlu son isteyenleri şu dakikadan itibaren okumaktan alıkoyacak noktayı da belirtiyorum: ben hikayenin kız olan tarafıyım.

Herkes benim herkes gibi bir hayat sürdüğümü düşünürken ben aslında doğduğumdan beri herkesten farklıydım ve bu farkı belirtmekten daha çok küçükken sıkılıp değerli bir birey olma hakkımdan kendi irademle vageçmiştim. Bundan sonra daha niteliksiz ve bir o kadar da daha değerli olmayı kendime hedef koymuş, bütün hayatımı insanlar ve sosyal bir canlı olmanın farkındalığı üzerine kurmuş olacaktım. Ta ki onunla tanışana kadar. Cengiz Kaan, benim sosyopat arkadaşım, kendini beğenmiş, içine kapanık görünen, karşısındakini etkilemeyi iyi bilen, henüz insanlığın ne kadar sanallaştığını görmeyen ki bu sanallaşmadan kastımın elektrikle uzaktan yakından alakası yok, bu nedenle de her ne kadar umutsuzluğu kendine etiketlemiş olsa da insalığa dair en büyük umudu taşıyan bu arkadaşım aslında kelebek etkisini başlatan ilk kanat hareketi, ilk kozadan çıkışım...

Şöyledir ki bilgi kitaplara ne kadar yakınsa pratiğe o kadar uzaklaşıyor. Ben Cengiz Kaan'da bunu bizzat yaşadım. İnsanlık hakkındaki bilgisi o kadar solgundu ki karşıdakinin tavrından anlaması gerekeni anlasa dahi gereken tepkiyi hiçbir zaman doğru şekilde, doğru zamanda veremedi. Onun bu paradoksu beni aşılamaz engelin önüne koydu durdurulamaz güce çarptı. Onu bu denli eleştirmem benim tırnaklarını boyayıp oturduğu yerde acaba birazdan kim beni öpecek diye bekleyen imajımdan, bu düzeydeki sığ görüntümü sağlayan pink floyd'dan, makyaj malzemelerimden çok daha fazla olduğumun bir kanıtı olsun. Cengiz Kaan'ın bana öğrettiği en önemli şey kimseye güvenmemem, özellikle de kendisini çok iyi bildiğim; hiçbir hatası olmayanlardan korkmam olurdu tabi zannettiğiniz gibi sıradan biri olsam. Ancak beni ben yapan her kriteri Cengiz Kaan'dan görmem onun bana bir şey öğrettiği anlamına gelemezdi. Çünkü her ne kadar farklılıklarım olsa da o farklılıkların önüne dış görünüşümün ilk bakıştaki sonradan kendisini çok farklı duygulara bıracak olan sıradanlığı gibi güçlü bir şekilde geçiyordu kapasitem. Şu bir gerçek, Cengiz Kaan'dan aldığım özelliklerimi hiç sorgulamadım. Onu kendime örnek almam yersiz bir hayranlığa, ardından da büyük bir nefrete dönüştü. Ancak bu nefreti bile bana kendi yolundan yaşatmayı başarmıştı ki nefret ederken bile ona eskisi gibi sıkı sıkı sarılmak, onun da kollarımda huzur bulduğunu zannetmesi isteğim hiç geçmedi. Geçmeyecek de...

Hikayemin ufacık bir kısmına şahit olmanıza rağmen hissettiklerimi bir nebze olsun anlamış olmanızı umarak asıl anı kısmına geçmek isterim.

Felsefe öğretmenim duygularını iyi gizleyen biriydi. Götünde kavanoz kırıldıktan sonraki gün okula gelip işte Stand-Up böyle bulundu dediğini çok iyi hatırlarım. Aslında tanıyorsunuzdur. Çünkü yaşadıklarımızdan sonra öğretmenliği bıraktı Richard Gere. Öyle biriydi ki o Makine'nin dişlerine kapılmış ama hasar görmüyor, kıyma olmuş ama Makine'den hala geçemiyordu. Makine de hem biriydi hem de hiç kimseydi. İkisinin ilişkisini kimse bilmemesine rağmen ben liğme liğme olan etleri hep görmüş, yalnızca anlam verememiştim. Çünkü olun gülümsemesinde karanlık noktalar var, ne kadar isteseniz de tabloyu tamamlıyamıyorsunuz. Mutsuz değildi tabi ki. Ama nerden bileceksiniz ki? Ben bilmiyorum mesela. O zaman da bilmiyordum, öğrenmedim de. Bazen sormuyorsunuz işte, böyle banal bir tasfirle sanat dediğiniz şeye gömüyorsunuz gerçekten farklı olup da kendini anlayamayanları.

Bir gün ben, onu kendi anlamsızlığından çıkaracağımdan habersiz kendime, aslında onu duvar görerek başkası dediğime anlatacaklarıma başlamak için düş dünyamdan çıktım. Her ailenin kendine özgü saçmalıkları olduğunu yok sayıp sıradan evebeynler olarak gördüğümüz gibi ben de o gün ailemden bunalmış kendimi apartmanımın altındaki ŞOK'tan kalitesiz cipsler alırken buldum. Zaman yok oldu, mekan karardı. Bütün benliğimden kopup çok bir şey kaybetmediğimi fark ettiğimde kendimi kaybettim, tutunacak birini aradım. O sırada aklıma geldi işte. Hocam, gökyüzüm, ulaşamayacağım. Böyle diyorum çünkü o benim, ama ben aslında hiç var olmamışım. Aşk değildi benimki, çağrışım bile yapmadı. Sadece karşıma alacağım farklı bir aynaydı. Evet diğer aynalar bütün ayrıntılarımla beni gösterirken o saklıyordu. Işıktandır belki, karanlıktı o. Ayrıntılar başkalarıydı. Başkaları beni dinledi.

Kimin aklına gelirdi ki dinlendikçe sözlerin geri çarpacağı? Onun ıssızlığı beni başka bir dünyaya, içinde yaşam olmayan köpürmeyen bir denize ve epoksiden kumsallara, götürürdü. Konuşmak bağlanmaktır yalanını biliyorduk: O sustukça, ben de anlattıkça birbirimizden; olduğumuz bardan uzaklaşıp zamanda yok oluyorduk. Derken saat geç oldu tabi, annem aramış mesaj atmış bakmadım. Biralarımızı yudumlamaya devam ettik.

O anın büyüsünü bozan bir hareketlenmeydi. Karanlığımdaki sis aydınlanmıştı aniden. Azgın oç arkamdaki kızların fotoğrafını çekiyordu gizli gizli. Önce sıradanlığa alışkanlığımın verdiği hisle tokat atacaktım. Ama kalkan elim kalkmayan pipisini gördüğümde bana bir fikir vermişti. Elimi yanağına koyup kucağına oturdum. Acımasızca öpüyordum. Birden bütün duygu patlamalarım yerini bir tek şeye bırakmıştı. Vicdansızlık.

Tabi ki bakire değildim ama birine de sahip olmadım. Bu hamlemin onu cezalandırmak adına ödenmiş büyük bir bedel olacağını zannediyordum. Gerçi, belki de sadece heyecandır. Boğazını sıkıp evine gidiyoruz dedim. Biraları ödemeyi unutup koşarak kaçtık küçük dünyamızdan. Kaçtık kaçmasına da, çıkmaz yolmuş. Yol boyu sessizliğini koruyan adam onu yatağa fırlattığımda bağırmaya başladı. Yapma, ben bakirim dedi. Öylece durup gözlerine baktım, yalan söylediği benim beyaz tenime atılacak şaplağın izi kadar belliydi. Kavga dövüş üstündekiler çıkarmayı başardım ve boşnağı gömdüm aniden. Bir dakika geçmedi ki kalkmayan pipisine bakıp ağlamaya başladı. O banyoya kaçarken ben bi yandan poposunu kesiyor bi yandan da olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Aslında daha çok am vermeye çalışıyordum, ama olmuyordu. En sonunda pes ettim. O banyodayken ben de popomu parmaklamaya başladım. Korkusuzca ilerlememe rağmen parmak bile acıyordu. Başta dedim ki ilk defa ordan bi şey giriyor doğaldır. Değildi.

Herkese gösterdiğim güçlü kadın resmindeki buz dağının görünmeyen kısmının derin çatlakları vardı. Ruhsuzca söylenmiş tek yalanım olmakla birlikte, kendim bile inanmıyordum. Aykırılığımı reddederek bunun ürkekliğimden olduğunu görmeye başladım. Ne zaman sıçsam canım yanar. Korkum canımın yanması değil. Ya anlatamıyorum. Bende bir şey eksik. Biraz olsun mutlu olmaya başlasam ''biri bana vursun'' diyor hislerim. İstediğimden mi desem değil ama lanet olsun istemiyorum da diyemedim hiç. Orda anladım ki o parmak popoma değil kalbime giriyordu. Kalbim dedi ki bana: bu parmağın seni mutlu etmesinden mi acıyor yoksa acıdığından mı mutlu oluyorsun? Cevap yoktu tabi. Olmayışı da acıyordu, hiç mutlu etmeden. Korkusuz olmamın nedeni de buydu. Parmağın yerini pipi alınca acıdan mutlu olacak mıydım? Bu bir deliğin aksi yönde zorlanmasından dolayı canımın yanması mıydı? Hiç sanmıyorum. Canım yanıyor demedim ki. Sadece acıyor.

O sırada hocam kendini toparlayıp yanıma döndü. Kolumdan tutup parmağımı popomdan çıkardı, elimi eline aldı, parmağımı kokladı. O an anlayamadığım gülümsemenin ardından: ''Tazeymişsin'' dedi. Ardından da ''bak seninle eğlenceli şeyler yapalım gel mutfağa''. Çıplak çıplak gittiğimiz mutfakta yumurta haşlamaya başladı. Ben ne yapacağından habersiz dururken ayak bileğimden aniden kavrayıp saniyenin dörtte birinde ters çevirdi beni. Yumurtayı tek eliyle soyup daha soğumasını bile beklemeden aldı ve ''Şimdi amına sokacam, hep bunu istemiştin dimi?'' dedi. Ben çığlıklar içindeyken kulaklarını bana kapatmış olan hocam yumurtayı sıcak sıcak soktu içime. Sonra da ''Hadi yumurtla şimdi, Aynı tavuklar gibi!'' derken onu çıkaramayacağımdan bile haberi yoktu. Ben içimin yanmasını mı onun kadınlar hakkında bu kadar bilgisiz olmasını mı düşüneceğimi şaşırmıştım. Beni kucağına alıp tekrar yatak odasına götürdü, orda karnıma kalp masajı yapar gibi bastırıp çıkarmaya çalışıyordu. Her bastırdığında istemsizce gaz çıkıyordu. Bir süre sonra pes edip tokatlar atmaya başladı. Tokatlarında yalnızca şiddet ihtiyacı vardı. Gidip içerden elektrik süpürgesi getirdi. Başlığını söküp boruyu bana dayadı. Hayatımda hiç bu kadar zevk almamıştım ama yumurta hala içerdeydi ve kırılırsa benim için kötü olacaktı.

Hiç tepki veremeyecek durumdayken içerden bi ses geldi: AAŞŞŞKIIIM! Odaya giren yirmili yaşlarında kısa saçlı hafif sakallı ince ama cılız olmayan bir erkekti. Hocamın teleşlanmasına bile izin vermeyen eleman birden odaya daldı ve herkes birbirine bakmaya başladı. Sağ eliyle hocamın çenesini sıkarken sinirli bi şekilde ''KIZ MI GETİRDİN!'' dedi. ''Şimdi görürsün bize bunu yapmayı'' diye ekledi cevap beklemeden. Bana döndü, ''Yanakların kızarmış'', az öncekilerden çok daha sert tokatlar yerken sol eliyle popomdan tutup önümde yatağa diz çökmüş dururken ''Önemli olan iç güzelliği derler, bakalım am nasıl bir güzellikmiş'' dedi vahşi bir ses tonuyla. Kaldırdı sultan süleymanı kafasnını bi geçirdi... Pipisi daha ileri gitmeyince şaşırdı, daha sert bastırmaya başladı.Ne kadar uğraşsa da giremeyince suratı değişti, pipisini çıkardı, beni ters çevirdi. Artık korkmaya başlamıştım. Haklıymışım ki süleymanı alır almaz popoma bastırmaya başladı. Tek kelime etmiyor, kaçmamam için beni tutuyordu.Süleyman deliği zorlamaya başlar başlamaz beni bi anlığına bıraktı, dengesini bulup ellerini uyluk kemiklerime koydu. Sonra aniden bastırıp popoma mohaç meydan muharebesini yaşattı. Aradan bi süre geçtikten sonra biraz sakinleşti, saçımı okşayıp sorular sormaya başladı: ''Nasıl bu kadar temiz görünüyorsun, kızların göt deliği böyle pembe mi oluyor, götüne sokmam daha çok canını mı yakıyor yoksa hoşuna mı gidiyor'' Sessizliğimi koruyordum ama son seferinde bana sessizliğimi sormuştu. Artık dayanamadım ve kendimle olan savaşımı bi kenara bıraktım. Kafamı çevirip ona bakmaya çalışırken ''canımı yakman çok hoşuma gitti'' dedim. Birden geriye atıldı. Süleyman popomdan çıktı, ''ŞLOP'' diye bir sesle. Sonra ilk defa gülümsedi, ''Hiç genişlememiş, onunki kaşıkla vurulmuş nara benziyor işim bittiğinde'' dedi buruk bir hevesle. İçimden geldiği gibi şu cümle çıktı ağzımdan '' İşini bitirmedin ki :) ''. ''Hepiniz orospusunuz'' diyerek ağlamaya başladı. Tam konuşacaktım ki koşarak odadan çıktı. O an aklıma geldi, Richard ne durumdaydı? Baktığımda korkudan bayılmış yerde yatıyordu.

Salona elemanın yanına gitmek istedim. Bir yandan da içimdeki yumurta iyice sancı yapmaya başlamıştı. Baktım oturmuş televizyonun karşısında, TLC'de obez bir karı kocayı izliyordu. Elindeki mutfak bıçağıyla televizyonu gösterip: ''Onlar bile çok şanslı be'' dedi. Kafasını çevirmesindeki amacı bana bakmak olduğunu zannettiğimde aslında boynunu açıyormuş, tek hamlede kesti kendini. Ama bıçak yeterince keskin değildi. Yavaş yavaş kan kaybederken zar zor çıkan sesiyle ''kurtarma'' dedi. Varoluşuna saygı gösterip yok olmasına göz yumdum.

Sakinleşmek için gittiğim atölye odasında aklıma bi fikir geldi. Ordan kaptığım duct tape ile kendime WD-40'tan strapon yaptım. Yatak odasına geri dönüp telefonumdan vajinaya giren cisim nasıl çıkarılır aramaya başladım. Sonra bi yerden okuyup aynısını yaptım: Banyoya gittim, duş başlığını çıkarıp hortumun ucunu içime sokup kendimi ılık suyla doldurmaya başladım. Artık tamamen dolunca içimdeki su taştı ve yumurtayı çıkardı.

Bütün bunlarıın verdiği yorgunluktandır ki kendimi hocamın yatağında uyanırken buldum. Baktım uyanmış yerde oturuyor, sigara içiyordu. Kızgınlığımı çıkarmak için sigarayı pipisinde söndürdüm, bağırdım ''Sana zaten bu lazım değil''. Bağırmaya devam ederken yatağa yatırdım. Bu sefer ağlamıyordu. Ben de bundan cesaret alarak yaptığım strapon ile onu sikmeye başladım. Poposunda baya deforme olmuş bir delik taşıyordu. Yine de tamamen acımasız biri olmadığımdan biraz WD-40 sıkıp sonra girmiştim.


İşim bittiğinde gökten üç elma düştü
Birincisi nar benzetmesinin doğruluğu
İkincisi gerçek ve gizli mi lgbt ve gösteriş mi
Üçüncüsü ise götüm hala acıyor

2 yorum: